Günler öyle hızlı geçiyor ki…
Bu kurduğum sitenin adını her ne kadar komiklik olsun diye de olsa “Zübeyir’siz Kalmayın” diye atsam da sanki Zübeyir çok önemli işlerle meşgulmüş gibi burada iki satır yazmaya bile vakit ayıramıyor. En son askerlik dönüşü yazdığım yazıdan sonra her Ramazan ve Kurban bayramındaki yaşanan o bayram telaşını anlatmaya bile vakit bulamayışım ne kötü. Ama yine tekrar tekrar bu kötü gidişatıma dur diyerek inşallah bu vakitten sonra haftadan haftaya yazmaya çalışacağım. Geçen Cumartesi dershanenin başlamasıyla en azından çalıştığım ders çizelgesini ve o haftanın özetini paylaşarak yazılara devam etmeye çalışacağım.
Başlığa gelecek olursak “Şair çok iyimsermiş” sözü bütün şarkılarını ezbere bildiğim benim gibi terazi burcu olan Feridun Düzağaç’ın “FD” şarkısından bir söz. Şarkıdaki sözlerin devamı şu şekilde.
“Şair çok iyimsermiş yolun yarısına mı geldik?
E radyasyon neslindeyim biraz erken tükendim hepimiz gibi.
Bir yer bul otur önce ama yarılarıma dikkat et.
Gülüşlerim vardır elbet; önce gözyaşlarımı silmen gerek.
Budur; zordur sevmek…”
Bu şarkıda bahsedilen şair ise Cahit Sıtkı Tarancı’nın “Yaş Otuz Beş” şiiri. Peki bunların bağlantısı ne ve neden bunlardan bahsediyorum. Bu gece itibariyle 29’u doldurup 30 yaşından gün alacağım. Ömür ne kadar sürer, bir nefes kadar mı bin nefes kadar mı Allah’ın takdiri. Cahit Sıtkı Tarancı bile yaş 35 yolun yarısı eder demiş ama 46 yaşında vefat ermiş. Ömrü ne tüketir? Zaman zaten tüketiyor. Peki Feridun Düzağaç’ın dediği gibi radyasyon mu? Radyasyonu bilmem ama şu bulunduğumuz zamanda ömrü kötülük tüketiyor. İnsanları zevk ve sefaya tapınır derecesine ulaşmış hayatın ince ayrıntılarını, güzelliklerini kaçırmış daha çoğa ulaşma uğruna haset ve kıskançlık batağına batmış bir vaziyette görüyorum. Bu kötülükleri fark etmemin sebebi yaşımın ilerlemesi ile tozpembe çocukluk anılarımdan uzaklaştığım için mi diye düşünüyorum ama bunun yaşın etkisi her ne kadar olsa da kendimce hatırladığım kadarıyla genel çerçeveden bakınca bundan 20 sene evvel tv ler telefonlar yokken insanlık daha samimiydi diyebilirim.
Herneyse… Konuyu dağıtmadan sadete gelecek olursak. Yaşlanıyoruz. Acılarla ve kötülüklerle. Belki de ömrü hayatım boyunca geçirdiğim en boş senelerden biriydi. Askerliği tamamlayınca önümde çevrenin benden beklentisi ve yuva kurma vs için hiçbir engel kalmayışı beni çaresizliğin eşiğine sürükledi. Bu vakitten sonra hiçbir garantisi olmayan kpss sınavı için ne ders çalışabilirdim ne de başka etkinlikler. Çevrenin beklentisi, ailenin bekletisi ve senin hayallerinin bir bir yıkılışı. Askerden sonraki süre zarfında abimlerin yanında muhasebede çalışarak devam ettim. Ama gelin görün ki psikolojim gerçekten alt üst. Hele ki en son yüzüme karşı söylenen “hiçbir şey olmaz senden, kaygısız kaygısız yaşıyorsun” ve devamında edilen sözlerden sonra ne demem gerektiğini bilemedim. Bu gibi sözleri öğretmenliği okuyup bitirene kadar elbette duydum ama bu yaşta duymak gerçekten çok ağır çünkü verecek cevap bulamayışım çaresizliğimin belirtisiydi.
Yazacak çok şey var aslında. Bugünlük fazla bir şey söylemeyeceğim. Daha önce bahsettiğim gibi haftadan haftaya zaten yazmaya çalışacağım ve hem o haftayı değerlendirip hemde geçmişte yaşadığım anılardan da hatıralar paylaşacağım inşallah.
Bu arada doğum günüm henüz gelmeden şimdiden hatırlayan başta annem ve olmak üzere arkadaşlarıma da teşekkür ederim. Yazıma Cahit Sıtkı Tarancı’nın o meşhur “Yaş Ouzbeş” şiiri ile son veriyorum(Bugünkü yazımı koyu yerler zaten özetlemiş). Sağlıcakla Kalın…
(16.10.2018 00:00)
YAŞ OTUZ BEŞ
Yaş otuz beş! yolun yarısı eder.
Dante gibi ortasındayız ömrün.
Delikanlı çağımızdaki cevher,
Yalvarmak, yakarmak nafile bugün,
Gözünün yaşına bakmadan gider.
Şakaklarıma kar mı yağdı ne var?
Benim mi Allahım bu çizgili yüz?
Ya gözler altındaki mor halkalar?
Neden böyle düşman görünürsünüz,
Yıllar yılı dost bildiğim aynalar?
Zamanla nasıl değişiyor insan!
Hangi resmime baksam ben değilim.
Nerde o günler, o şevk, o heyecan?
Bu güler yüzlü adam ben değilim;
Yalandır kaygısız olduğum yalan.
Hayal meyal şeylerden ilk aşkımız;
Hatırası bile yabancı gelir.
Hayata beraber başladığımız,
Dostlarla da yollar ayrıldı bir bir;
Gittikçe artıyor yalnızlığımız.
Gökyüzünün başka rengi de varmış!
Geç farkettim taşın sert olduğunu.
Su insanı boğar, ateş yakarmış!
Her doğan günün bir dert olduğunu,
İnsan bu yaşa gelince anlarmış.
Ayva sarı nar kırmızı sonbahar!
Her yıl biraz daha benimsediğim.
Ne dönüp duruyor havada kuşlar?
Nerden çıktı bu cenaze? ölen kim?
Bu kaçıncı bahçe gördüm tarumar?
Neylersin ölüm herkesin başında.
Uyudun uyanamadın olacak.
Kimbilir nerde, nasıl, kaç yaşında?
Bir namazlık saltanatın olacak,
Taht misali o musalla taşında.
Cahit Sıtkı TARANCI