Bu yazımda henüz okumuş olduğum ve şimdiye kadar okumadığıma pişman olduğum Namık Kemal’in “İntibah” adlı romanın özetini yazacağım. Roman özetini önce yazdığım ve oldukça uzun sürdüğü için bu sefer kendim hakkında çok şey yazmayacağım. Romanı daha önceden okumuş olanlar veya özetini çıkarmak isteyenler elbette okusun ama tavsiyem o ki eğer bu romanı okumadıysanız sizden ricam lütfen romanı okumadan özeti okumayınız. Böyle harika bir romanı zaten bir çırpıda okuyacağınıza eminim.
Hayat nasıl gidiyor derseniz iki paragraf ile de bikaç bahsedeyim. Çok fazla heyecan yok ama oldukça endişe var. Çok fazla umut yok ama oldukça hâyâl kırıklığı var. Bu bana aslında bir şey kattı. Düşlediğim şeyler olmayınca veya başıma gelen olaylar elimde olmaksızın gelişiyorsa demek ki kaderimde bu yazılıymış ve bu tesadüf değil tevafuktur demek beni oldukça rahatlatıyor. Örneğin yolda bir adamla çarpıştım ve demek ki çarpışmam gerekiyormuş ve bu saniye de bu yaşanması gerekiyormuş diyorum. Tabi kesinlikle bu kadercilik olarak algılanmasın. Elbette biliyorum ki Allah bu hayatı kendi irademize bıraktı. Bir şeyleri değiştirmek elimizde ve sonucu yalnızca o bilir.
Bu arada (bir yandan muhasebe ile bir yandan kpss ile uğraşırken elbette çok şikayetçi değilim bu durumdan) can dostum arkadaşımın bir tavsiyesi ile bundan bir ay önce Nuh Naci Yazgan Üniversitesi’ne grafiker bilişim alanında bir eleman alınacakmış ve internet üzerinden başvurmamı istedi. Bende cv ye çok bişey yazmaktan çekinerek bir iki program ile cv’yi doldurdum. Perşembe günü dönüş oldu ve çağırdılar. Elbette işi ve kpss yi bırakamazdım ama hiç iş görüşmesine gitmemiştim. Çağırılınca da gitme gereği duydum. Pekte zaten ümit bağlamamıştım ve bir çok kişi ile görüşüldüğünü düşündüm. Ama üniversiteye gittiğimde durum öyle değildi. Ben gitmeden adımın orada geçmesi ile birlikte çok nazik bir karşılanmayla dosyam ellerindeydi. Bir müddet bekledikten sonra daire başkanı, genel sekreter ve alınırsam yanında çalışacağım bilgisayar mühendisi Bahadır Bey’le bir görüşme gerçekleştirdik. Kendimi kısaca tanıttım. Bildiğim pek bir şey olmadığını da söyledim. Onlar da buna rağmen bunun sorun olmadığını ama aslında burada önce benim karar vermemiş olduğumu söylediler haklı olarak. Ben öğretmen olmak istiyordum. Onlar ise yıllarca yanlarında yetişecek bir eleman. Bana Pazartesiye kadar mühlet verdiler ve teşekkürlerle ayrıldım. Bugün ise üzülerek hedefimin öğretmenlik olduğunu söyleyerek bir kez daha teşekkürler ile telefonu kapadım. Bu da yeni bir diğer gelişme olmuştu benim için.
Öncelikle yine her zaman olduğu gibi özete geçmeden roman hakkında genel olarak düşüncelerimi belirteyim. Romanın ismi olan İntibah kelime anlamı olarak “uyanış” manasına gelmekte. Ama oldukça geç bir uyanış… Roman başlarda sıradan bir aşkı konu alıyor gibi görünse de sonraları meydana gelen elim olaylar romanı çekici kılıyor. Romanın tanzimat döneminde yazıldığı düşünülürse; Bir tanzimat dönemine bakıp birde şimdiki döneme baksak her ne kadar gelişen bir teknoloji olsa da nefret , intikam, acı, hüzün endişe, sevinç her ne olursa olsun bu kitabı okuyunca bütün duyguların asla ve asla asırlar geçse de değişmediğini daha iyi anlamış oluyorsun. Aşkın sevginin zamanımızdaki çağda değerini yitirmediğini elbette hak iddia edemem. Çünkü maalesef elimizdeki teknoloji insanlarda sevgiliye olan sadıkane bağlılığı köreltmiş durumda. Her şeyi elinin altındaki teknoloji ile elde edebileceği duygusuna kapılan insanlarda benlik duygusu alıp başını gitmekte veya aksine de bir durum ortaya çıkarmakta. Konuyu çok dağıtmadan aklıma bir şey daha geldi hemen arz edeyim. Bazen roman hikaye tarzı şeyler yazmak aklıma gelince bu roman veya hikayeyi şimdiki zamana göre yazmayı hiç düşünemem. Yani bir hayal edin. Bir sevgiliden gelen mektubu okumak var birde cep telefonuna sevgiliden gelen mesaj var. Sanki bütün büyü kayboluyor. İnşallah bir gün böyle bir roman yazmaya fırsatım olursa geçmiş zamanı anlatacağım kesin. Neyse konu baya dağıldı. Özetle belirtmek istediğim aşk sevgi değil nefret ve intikam duygularının insanlarda hiç değişmediği. Hatta intikam duygusu romanda öyle işlenmiş ki romanın sonlarında Dilâşub’un son sözlerini okurken ağlamamak elde değil veya bu konuda ben çok duygusalım. Galiba acı dolu romanlar beni çok etkiliyor. Roman ile ilgili bir şey daha dikkatimi çekti. İnternette intibah romanını aratın. Her birinin kapak sayfasında ayrı ayrı bir kadın portresi.
Olur veya olmaz buradan yayınevlerine ricam lütfen şu romanlara karakterleri resmetmeyin. Bırakın okuyucu kafasında canlandırsın karakterleri. Romanın özetini çıkarırken roman beni etkilediği üzere biraz ayrıntıya ineceğim. Ve ara ara eğik yazılar ile romanda altını çizdiğim kısımlardan bazılarını doğrudan alıntı olarak ekleyeceğim. Romanın esas özetine geçmeden son olarak da İntibah ilk edebi roman türümüz olduğunu da söylemek isterim.
Roman kısa kısa bölümler halinde ve her bölümün başında o bölümün konusu niteliğinde beyitler var. ilk bölümde her paragrafta bahar ile ilgili terimler ikinci bölümde ise İstanbul’un en nadide yerlerinden Çamlıca’nın tanımlanması var. Bu iki bölüm romanın sıkıcı olacağı düşüncesi getiriyor insana ama ileriki bölümlerde böyle olmadığı aşikar.
Romanın baş karakteri Ali Bey’dir Yirmi bir, yirmi iki yaşlarında olan Ali bey zengin nezih bir ailenin tek çocuğu ailesinin her şeyidir. Özellikle babası, Ali için her fedakarlığı göze alan onun terbiyeli ve ahlâklı yetişmesi için bütün emeklerinin sarf etmekten kaçınmayan şefkatli bir baba. Ali ise böyle bir ailede melek gibi yetişmiş fakat bir şeyi elde etme arzusuna karşı düşkünlüğünün haddinden fazla oluşu tek eksik tarafıydı. Neye ilgi duysa onun elde edebilmek için her fedakarlığı yapar başaramazsa üzüntüsünden hastalanırdı. Babası bu durumun farkına vardığı için ona bir çok uğraş bulsa da babasının ömrü buna yetmedi. Ali’nin babasının ölümü bütün her şeyi değiştirecektir.
Alinin babasından bir öğüt; [“İnsanlara söylemekten utanacağın bir işi yapmaya nasıl utanmazsın? Sen o kadar alçak mısın ki, yaptığı işi insanların bilmesinden utanıyorsun da, senin bilmenden utanmıyorsun] ve bir başka sözü; [“Sevdiğini üzmek istemiyorsan sakın doğruyu söylemekten çekinme. Çünkü öyle bir zaman gelir ki, sevdiğin o sırrı başkasından haber alır da korktuğundan daha fazla üzülür.”
sy/22
(Giriş yaptıktan sonra bundan sonrasını daha genel anlatacağım) Ali babasını kaybedince her şeyini kaybetmiş gibiydi Annesi ise bu durumda çok endişeliydi bir bahar mevsimi Ali’yi dışarıya çıkarmaya ikna etti ve sonrasında ise Ali’nin tek yaşama sebebi Çamlıca gezintileri oldu. Bir gün arkadaşlarının, Ali’nin Çamlıca da bir ziyafet vermesini istemesi üzerine arkadaşlarını kıramayıp isteği kabul eder. Annesi ise Ali’nin bu yeniden doğuşu için çok mutlu olur. Çamlıca ziyafeti günü arkadaşları yer içer eğlenir sağa sola geçen arabalara sarkıntılık yapar. Ali terbiyesi gereği bu durumdan hoşlanmasa da ortamı bozmamak adına ortama ayak uydurmaya çalışır bir arabaya el sallar ve yüzü kızarır oturur yerine fakat araba biraz ötede durur ve arabanın perdesi açılır, perdesinden bir el Ali’ye bir işaret yapar. Ali bir sarsıntı geçirir aslında. Daha hayatı boyunca yaşamadığı bir duyguyu bir anlık yaşayıvermişti. O gün biter ama Ali’nin aklında o elin sahibi vardır. Aklına koyar ve yalnız başına o elin sahibini bulmak için Çamlıca’ya giderdi. Nihayet bir gün yine o el yine bir işaret yapar ve elin sahibi olan arabayı takip eder. Sonra ise o arabadan inen Mahpeyker ile tanışır. Bu tanışma başta Ali için son derece utangaç geçse de durum Mahpeyker için öyle değildir. Mahpeyker şeytana bile pabucunu ters giydirecek nitelikte bir kadın ama mahcup ve utangaç edaları ile tam bir oyuncuydu sanki. Güzelliği ve birbirinden süslü yalanları ile Ali’yi büyülemişti. Ali ise babasının ölümünden sonra ilk defa mutlu günlerini yaşıyordu. Alinin annesi hiçbir şeyden habersiz, sadece Ali’nin mutluluğunu görünce dünyalar onun oluyordu.
[“insanoğlu her adım atışında mezardan uzaklaşmaya çalışır ama her adımda biraz daha yaklaşır. Nitekim her nefesini ömrünü uzatmak için alır, yine her nefeste hayatından bir nefeslik zaman azalır..” ]
sy/19
Ali’nin hissettiği bu güzel sırrı içinde tutmak zor olduğu için biriyle paylaşma ihtiyacı hissetti. Bu kişi ise en yakın arkadaşı Atıf Bey’di. Ali Mahpeyker ile sohbet sonrası arkadaşı Atıfa sevdiği kadını göstermek için Mahpeyker’den dönüşte Çamlıca’dan geçmesini zor da olsa rica etti ve Atıf ile buluşmak için Çamlıca’da çeşme başına gitti. Atıf’ı yerinde bulamaz fakat çeşme başında heyecanla cereyan eden bir sohbet vardır. Atıf’ı beklerken bu sohbete kulak asıldı. Bu esnada Mahpeyker’in aracı Çamlıca’dan geçer ve Ali daha Mahpeykeri görmeden yanındaki sohbet meclisinin esas sahibi bir adam doğruca Mahpeyker’in arabasına tanırmışcasına gider aralarında kısa bir diyalog geçer. Mahpeyker durumu kurtarmak için perdeleri hemen kapatır araba hemen uzaklaşır. Döndüğünde ise adam kızın ağına başka biri takıldığını ve yüz vermediğini söyler. Ali’nin içinde ise kıskançlık fırtınaları kopar. Durumu anlamak adına adamla münakaşa ederken arkadaşı Atıf gelir. Ali ile tartışan adam ise dayısı Mesut Efendi’dir. Atıfta durumu anlamak için dayısını bir kenara çeker neler olduğunu sorar. Mesut Efendi ise olayı anlattıktan sonra Atıf arkadaşı Ali’nin o kadını sevdiğini söyler. Ama Mesut efendi ise aslında o kadının bir hayat kadını olduğunu söyleyince Atıf ne yapacağını şaşırır ve bu konuda yine tecrübeli olan dayısı Mesut efendinin durumu çözmesi için nazikçe Ali’ye durumu anlatmasını ister. Ali’ye zor da olsa Mahpeyker’in gerçek yüzünü anlatır. Ali ne yapacağını bilemez içinde nefret duyguları ile Mahpeyker ile ilk buluşmasında yüzüne karşı edeceği en ağır hakaretleri aklından geçirir durur. Mahpeyker ise Çamlıca’daki olayı tahmin eder ve kendini hazırlar. Burada Ali’nin bir düşüncesini aynen alıntı yapacağım.
[“Eğer kız, hakkında söylenenleri inkâr ederse yalancılığı, itiraf eder ederse namuzsuzluğu ortaya çıkmış olur, her iki durumda da ben bu işe son verecek gücü kendimde bulurum” diye düşündü.]
sy/56
Tabi durum hiç te öyle olmaz Mahpeyker şeytani planını ortaya koyar ve doğrudan itiraf eder. Bu sefer durumun farklı olduğunu gerçekten hayatı boyunca kimseye aşık olmadığını onu hayata tekrar bağladığını öyle güzel süslü sözlerle anlatır ki Ali bütün her şeye rağmen Mahpeyker’den kopamayacağını düşünür. Mahpeyker için ise sevgi sadece araçtır tek amacı kendisinden genç ve kendisine aşık bu genç adamı elde etme arzusudur. Atıf ile Mesut Bey ile bu olaylardan sonra Ali’nin hâlâ bu kadını seveceğine ihtimal vermez ve konunun üzerine bi daha düşmezler.
Ali annesine Mahpeyker ile her buluşmasında kalemde derece aldığını işlerinin olduğunu ve buna benzer birçok yalanlar ile durumu kurtarmaya çalışır. Annesi ise hayatının en güzel günleri geçirdiğini düşünür ama zamanla Ali’nin eve bile uğramayışı hatta eve günlerce gelmeyişi annesini hüsrana uğratır. O terbiyesinden ödün vermeyen Ali çok ama çok değişmiştir. Mahpeyker onu kendi ağına takmış alkol ve kendi bedeninin tuzağına çoktan düşürmüştü. Ali’nin annesi Atıf’ı bulur durumu anlatır. Atıf ile Mesut Bey ise üzülerek her şeyi anlatırlar. Tek çare ise Ali’yi etkileyebilecek en güzel en terbiyeli en nadide bir kız bulmaktır. Annesi varını yoğunu verir ve tam istediği bir kız bulur. Bu kız dünyalar güzeli Dilâşub’tur. Ali bir gün eve uğradığında annesi hiçbir şey belli etmez ve Dilâşub’u doğrudan hizmetine sunar. Evde birçok hizmetli olduğu için Ali durumu pek yadırgamaz ve bu kızın güzelliği Ali’yi gerçekten etkiler ama yine de Ali’yi bu yoldan pek çevirmez. Mahpeyker açısından durum ise biraz farklıdır. Ali’ye sahip olmak onu için bir ihtiyaçtır ama Ali’yi sürekli evde misafir etmek onu da maddi açıdan zora sokar.
Günler böyle geçerken Mahpeyker’in eski belalılarından en aşağılık en hilekâr tüccarlardan biri olan Abdullah Efendi İstanbul’a uğradığında Mahpeyker’i görmek ister. Ama Ali’yi henüz tuzağına düşürmüş olan Mahpeyker Abdullah Efendi ile nasıl başa çıkacağını bilemez ve onla bir buluşma ayarlayıp yine şeytani sözleri ile bir süre oyalayacağını düşünür. Abdullah Efendiden istediği süreyi koparsa da zamanında yalıya dönemez. Bu esnada Ali Mahpeyker’in yalısına gelir ve onu yerinde bulamaz. Ali çılgına döner ve Mahpeyker hakkındaki kötü düşünceleri tekrardan cereyan eder. Sabaha kadar içer ve uyumadan bekler. Mahpeyker’in dönüşünde Ali’ye ne yalanlar uydursa da Ali bu sefer yapmacık yüzüne aldanmaz ve nefret dolu sözlerle kendi evinin yolunu tutar. Evden son ayrılışında annesini son derece üzdüğü için hem annesinin gönlünü almak hem de asla bir daha Mahpeyker’in yüzünü görmemek için yemin eder.
[“Mahpeyker’den ilişkilerinin en başından beri ne kadar muamele gördüyse hepsini birer birer zihninden geçirdi. İçlerinden hiçbiri yoktu ki, sahteliği apaçık görünmesin! Hatta en hâlisane hareketlerinde bile uzun uzadıya bir açıklama, şeytani bir bahane bulurdu. Annesinden kendisini bildi bileli her ne hareket gördüyse hepsini tek tek gözünün önüne getirdi. Aralarında hiçbirini bulamadı ki, hakkında yardım kaynağı ve lütfün ta kendisi olduğuna vicdanen hükmetmesin! Hatta en şiddetli davranışları bile türlü türlü yorumlarla şefkat nişanesi olarak görüyordu.”]
sy/88-89
Ali’nin yetiştiği aile terbiyesi üzerine eski özüne dönmek uzun sürmez ve ayrıca Dilâşub ile gönül bağlarını kurar. Mahpeyker ise bir kaç kez Ali’yi tekrar kandırma çabasına düşse de tamamen sonuçsuz kalır ve artık içinde intikam ateşleri yanıp tutuşur. Hatta öyle bir intikam ateşidir ki bu şeytanın bile aklına gelmeyecek planların peşine koyulur. Ali’nin konağına kendisin ayarladığı bohçacılar ile rakibini tanımaya çalışır. Hatta bir keresinde Dilâşub bir kâğıda Ali için kendince yazmaya uğraştığı beyitler yazarken Ali’ye yakalanıp ve utancından kendine bile beğendiremediği bu sözleri yırttığını öğrenir. Sonrasında Dilâşub’un hamama gitmesi ile kendi de hamama girer ve Dilâşub’un belinin üzerinde iki büyük benleri görür ve bunu da aklını bir köşesine kaydeder. Bu bilgiler ışığında şimdi ise plânının devamı için kendi gibi kötülerden Abdullah Efendi’ye başvurur. Ve plânının işlemesi dahilinde onla sözleştiği süreyi kısaltacağını söyler.
[“Çaresizliği yenmenin yolunu hile yapmakta bulanların kazancı; kovmaya imkan bulamadıkları kötülüğün ortaya çıkışını uzatmaya çalışmaktır.”]
sy/91
Yine bir gün Ali bir yerde otururken Abdullah efendi ve adamı gizlice Ali’nin yanına oturur ve Ali’nin duyacağı şekilde konuşmaya başlarlar. Mahpeyker ise olanı biteni uzaktan izlemeye koyulur. Abdullah Efendinin yanına gelen kendi adamı sitemlerle söze başlar. Sanki uzun süre tanıyormuş gibi bahsettiği bir kızın kendisine bin türlü işve ve naz ile işaretler yaptığını şimdiki oturduğu yeri de tarif eder. Ev ise Ali’nin konağıdır. Ali bu esnada bu felaketin evdeki hizmetli cariyerlerden hangisinin yapabileceğini düşünürken. Abdullah Efendi ise o kızı iyi bildiğini şimdi ise Evin genç beyine yâr olmaya çalıştığını yüzünün güzelliği cilvesi şöyle dursun göbeğinin üzerindeki benleri bile gösterip durduğundan bahseder. Ali beyninden vurulmuşa dönmüştü. Bu kadar da kalmayıp devam ederler. Hatta Bir keresinde kendisine bir mektup yazıp eve davet edecekken evin beyine yakalandığını aceleden kağıdı yırtmış olduğunu sanki bir daha neden yazmadığını sitem eder. Ali artık tamamen yıkılmıştı. Ancak bu kadar şeytani bir plân olabilirdi ve o plân mükemmel şekilde işlemişti.
[“Felek bir bela ortaya çıkarmak isteyince sebeplerini pek çabuk hazırlar”]
sy/108
Sonrası mı hep acı… Ali eve geldiğinde fırtınalar kopmuştu. Neler olduğunu bilmeyen Dilâşub bir darbeyle duvara yapışmış kanlar içinde yere yığılmıştı annesi ise göz yaşları içinde yine olandan habersiz oğlunun bu davranışından da kendisi nasibini almıştı. Kimse hiçbir şey anlamamıştı. Her şey bir anda oluvermişti. Ali’yi sonra bir titreme alır o da yığılır kalır. Ev sanki cehenneme dönmüştü. Ali bir süre kendine gelemez ve hasta olur. Biraz olsun kendine geldiğinde yine Dilâşub’a hakaretler yağdırır. Zavallı Dilâşub kendini Ali için feda etmiş fakat karşılığında ne bulmuştu. Ali’ye bakan doktor Ali’nin iyi olması için bu tramvaya sebep olan Dilâşub’un evden çıkarılması gerektiğini söyler. Bütün bunlar meydana gelirken Mahpeyker ise amacına ulaşmış zevkten dört köşe olmuş fakat daha hıncını alamamıştı. Ve istediği haberi de sonunda alır. Dilâşub’un köle olarak satılacağını haber alınca bir elçi ile ona müşteri olur. Çaresiz Ali’nin annesi ise Dilâşub’a Ali’nin kendi iyiliği için bir süre bir akrabasına göndereceği yalanını söyleyer. Dilâşub ise bu hâlde bile beyinin sağlığı için her şeyi yapacağını dile getirse de konağa bir daha ayak basmamak üzere gönderilir. Ali’nin annesi kızı gibi sevdiği Dilâşub’u gözyaşları içinde bir yalana alet ederek uğurlar. Elçi istediği parayı da elde ederek Dilâşub’u Mahpeyker’in ayaklarına bırakır. Ondan yeni hanımının Mahpeyker olduğunu ona hizmet etmesi gerektiğini söyler. Dilâşub ise acı gerçekle geç de olsa tanışır.
Günler bir süre böyle devam ederken Ali ise zamanla kendine gelir ama yine o geceden geceye eve gelen alkolün ve eğlencenin tuzağına düşmüş bir Ali olarak. Zavallı Dilâşub ise Mahpeyker’in bin türlü eziyetine katlanarak acı içinde yaşar. Ali’nin annesi Fatma Hanımsa yaşanan bu elim olaylara kâlbi dayanamaz bir ay bile sürmeden acı içinde ölür. Aylarca karnında taşıdığı Ali hasta ölüm döşeğinde bir kez yanına uğramıştır. Mahpeyker bir çok kez Dilâşub’un kötü amaçlarına alet etmek istemişse de her seferinde kendini bu şeytanca emellerinden kaçmayı başarmıştır. Mahpeyker bu esnada Ali’ye bir eğlence mekanında yine yaklaşmayı denese de Ali umursamazca davranır. Bunun üzerine Mahpeyker’in intikam hırsı hâlâ sonlanmaz. Abdullah Efendi’nin tavsiye ise ile bu hırsın sadece Ali’yi öldürmekle dineceğini söyler. Başta çılgınlık gibi düşünse de başka türlü bu intikamın bu şekilde dinmeyeceğini anlar. Ali’ye kendi ayarladıkları bir kız musallat edip o kızın sözleştiği evde Ali’yi öldürmeyi plânlarlar. Ve yine her şey istedikleri şekilde olur Ali’yi sözleştikleri eve getirtirler. Mahpeyker olayları izlemek için kendine bir oda ayarlar ve yan bir odaya da Dilâşub’u kor. Dilâşub’a da odandan ayrılmadan ölümle tehdit edecek hakaretler etse de Dilâşub öyle cevap verir ki bu daha da çıldırmasına yol açar.
Onca acılara sabır göstermiş sadece ölümü arzulayan bi Dilâşub’ın cevabı: [“Şaşırdığım benden yardım dilenmeniz. Söylediğim sözle beraber canım da çıkacak öyle mi? Beni ölümden korkar mı zannedersiniz? Şimdiden tezi yok elinizden geleni ardınıza koymayın.”]
sy/140
Dilâşub aslında bu evde olacak olaylardan habersizdir ama bir şeyler döndüğü kesindir. İlk başta Mahpeyker ile hırvat katilin konuşmasına kulak asar ve bir cinayet işleneceğini anlar. Ali ise kendine sinirle alkol alarak gelecek olan kadını bekler. Ali sinirle söylenirken Dilâşub Ali’nin sesini anında tanır. Ali yüzünden gördüğü onca cefaya karşı masumane sevgisi ağır basar ve Mahpeyker’in hırvat katil ile gittiğinden emin olduktan sonra ilk fırsatta Ali’nin yanına gider ayaklarına yapışır. Onun buradan gitmesi gerektiğini yoksa öldürüleceğini anlatmaya çalışsada Ali kısa bir şaşkınlıktan sonra inanmaz ve demek sende burada çalışıyorsun gibisinden bir ağır hakaret daha eder. Zavallı Dil^şub hiçbir sözüne aldırmaz ve Mahpeyker ve Hırvat katili gösterir konuşmalarına kulak kabartmasını ister. Dilâşub’un gösterdiği pencereden Ali’nin kaçmasına yardım eder. Dilâşub bunca iyiliğin karşısında Ali kaçarken son bir merhametli bakış bekler ama Ali o hengamede bir bakışı bile esirgeyerek oradan uzaklaşır. Dilâşub ise küçük yaşta annesinin elinden zorla alınışından bu yana çektiği onca cefa içinde bir titreme alır üzerine bir palto alır ve bir köşede ölümü bekleyerek sessizce ağlar.
[“Ah, sevdiğim. Bugün bir kere bile yüzüme bakmadın. Ama zararı yok sen kurtuldun ya! Öldükten sonra mezarıma gelir misin acaba? Ben de ne kadar aptalım. Bir fahişenin evinde, bir cellat tarafından öldürülen birinin mezarı mı olur?”]
sy/147
Hırvat katil Mahpeyker ile konuşmasından döndüğünde ise aldığı emirle yerde sızmış sandığı Ali yerine Dilâşub’u tam kâlbinden bıçaklar. O sırada Ali haber ettiği zabıtalar ve mahalle halkı ile evin etrafını çevirir. Zabıtalar Hırvat katili ararken Ali ise birden yerde yatan yaralıya gözleri ilişir. Dilâşub kanlar içinde yatarken kahrolur ama her şey için çok geçtir. Son bir dua ile Allah’a yalvarır. Bu yalvarış ve göz yaşı Dilâşub’ta ölümün kıyısında bile olsa zorla bir gülümseme yapar Ali’nin boynuna sarılarak son sözlerini söyler.
Ali ve Dilâşub’un diyaloğu: [“Dilâşub! Seni bu hâlde görmektense zebaniler elinde sonsuza kadar azap çekmek bin kat hayırlıdır. Sana ben kıydım! Allah bin türlü belamı vereydi de dünyaya gelmez olaydım. Kör olaydım da vaktiyle seni görmeyeydim! Yok, yok! Sana bir şey olmadı, inşallah kurtulacaksın! Çektiğimiz sıkıntıların hepsini unutacağız, değil mi? Ah, hiçbir şey söylemiyor! Niçin söylesin? Niçin söylesin? Ben onu öldürmek istedim. O benim yoluma can verdi de giderken yüzüne bile bakmadım. Dilâşub ben sana merhamet etmedim, sen bana merhamet etmayecek misin?”
sy/150-151
“Ah! Ben kimim ki size merhamet edeceğim? Sizden ayrılıp ölmemem meğer yolunuza can vermek içinmiş. Ben sizin için ölüyorum, siz de sadakatimi anladınız da başucumda ağlıyorsunuz, değil mi? Allah aşkına bana acımayınız! Bin yıl yatağınızda yatmış olsaydım, dünyada, şöylece kucağınıza yaslanıp ta ahirete gitmekten daha büyük bir lezzet bulamazdım. Bana hakkınızı helâl ediniz. Allah ömrünüze bereket versin! Allah sizi bir daha böyle belâlara düşürmesin. Ah! Bu kim? Anneniz. Hanımfendi. Baksanıza yeniden birleşmemize seviniyor. Geliyorum Hanımefendiciğim. Ali Bey beni yeniden kabul etti. Elbette sayenizdedir! Allah ömrünüze bereket versin! Bey’im, efendim, bey’im! Elinizi bana verin. Sakın halimi hanımefendiye söylemeyin! üzülürler sonra… Ah! Gidiyorum… Gidiyorum… Bey’im, bey’im….”]
Zavallı Dilâşub son kez olsun merhamet dolu bir sözler ile Ali’nin kollarında ölmenin mutluluğu ile can verir. Bütün bu acı dolu olaylar esnasında ise Mahpeyker zabıtalarında ortada katili aradığından faydalanarak amacına ulaşmış bir gülümseyişle odaya girer ve bütün çevirdiği olayları tek tek anlatır. Ali beyninden vurulmuşcasına bu kadar şeytani bir plânın nasıl tuzağına düştüğünün hıncı gözlerinin yaşı ile bıçağı alır ve Mahpeykeri yakaladığı gibi siniri boşalırcasına öldürür. Zabıta ekipleri geldiğinde ise yerde yatan iki ceset ve bir cesetten farksız Ali’yi görürler. Ali tutuklanır cezaevine götürülür. Mesut Efendi ise zavallı Dilâşub’u Ali’nin annesi Fatma Hanım’ın yanına defneder.
Ali bir iki ay hapis yattıktan sonra göz yaşları ile mezarları sular ve kederinden altı ay sonra o da ölür…
“Yazı ana görseli: Bir fırtına ve elektrik kesintisi günü çektiğim özlenen o hoş mum ışığı”