Nasıl gidiyor derseniz eğer; mükemmel gidiyor… demeyi isterdim tabi. Ama maalesef ki maalesef işler tam da istediğim gibi gitmiyor. Yine de elimden geldiğince çalışmayı elden bırakmamaya gayret sarfediyorum. Dikkat ederseniz elimden geldiğince kısmı çalışmayı değil bırakmamayı niteliyor. Nedendir bilmiyorum günde altı saat uyumama rağmen sanki iki saatlik uyku ile duruyorum gibi geçiyor günlerim.
Geçenki yazıda dershanedeki hocamızın yapmış olduğu programa başlamıştım. İşte ve evde çalıştığım hâlde üç haftalık program beş haftada bitti. Biraz da benden kaynaklanıyor tabi. Denemeler ise aslında umut verici diyebilirim ama çözmüş olduğum denemelerin eski yıllara ait olması ve denemeler arasındaki net tutarsızlıkları da endişe vermiyor değil. İleriki günlerde inşallah program tamamen oturunca bu netleri paylaşmaya çalışacağım. Herneyse bu sıkıcı ders muhabbetinden sonra birazda psikolojimden bahsedeyim.
Günler geçtikçe stresim hayli artmakta. Ve inanmak her ne kadar zor gelse de 2019’a girmemizle beraber otuz yaşına girmiş olacağım. Otuz yazarken bile içimin cız ettiğini söyleyebilirim. Çünkü her zaman da bahsettiğim üzere ben bu yaşımda hâlâ kendi ayaklarımın üzerinde duramayışım ve evlilik üzerine artık neredeyse hemen hemen her hafta açılan muhabbetler içimi hâyli sıkmakta çıkar yol bulamamaktayım. Ailenin beklentisi üzerine kaçışlar bile çare olmayacak eninde sonunda bu gerçek yaşadığım sürece beni bulacak. Bir kız evlilik aşamasını ne kadar hâyal eder ve düşlerse ben de aksine evlilik aşamasını kafamdan silmek ve göz açıp kapayınca bütün evlilik aşamalarını geçmiş ve bir yuva sahibi olmuş olarak bulunmak isterim. Bu düşüncem ile bazen günaha girdiğimi bile düşünmekteyim. Yani kız istemedir felan filan muhabbetleri düğündür vs adetten sayıldığı üzere benim bunlardan nefret edişim sanki dinimizin emirlerine karşıymışım gibi hissettiriyor. Burada iyi bilinmeli ki ve anlaşılmamalı kesinlikle evlilliğe karşı değilim sadece bu aşamalardan hoşlanmıyorum. Şu an yazarken aklıma bu hoşlanmayışımın acaba hayatımda gerçekten birinin bulunmamasından mı kaylaklanıyor diye düşüncesine celb etsene bu kısa ve ani bir düşünce oldu ve bunla ilgisinin olmayışı kanısına vardım.
En son yazımdan bu yana geçen iki ay boyunca en duygu yoğunluğu yaşadığım haftalardan biri ise geçtiğimiz haftaydı. Askerliğim biteli neredeyse bir sene olacak. Bu süre zarfında numaramı değiştirmem komutanımızın ve hayatımda tandığım en nadide insanlardan olan Yasemin ablanın merakını celb edişi, asker kayıt defterinden kuzenimin numarasına ulaşıp beni sormaları beni çok mutlu eden ve aynı zamanda mahçup eden bir gelişme oldu. Telefonda ne konuşacağımı numaramı neden değiştirdiğime dair ne söyleyeceğimi bilemedim ama askerlikte olsa bazı anıların özlendiğini öğrendim. Aynı günün akşamı çokta iyi bitmese de Cuma günü erkende yatışım ve uzun zamandır alamadığı uykumu sadece o gün biraz olsun alışımla beraber Cumartesi günü Erciyes’e kayak yapmaya akşamında tiyatyoya gitmem benim için hem güzel hemde yorucu bir gün oldu. Tabi dershaneyi o gün ekmem ise içimde bir huzursuzluk oluşturmadı değil. Ama Pazar günü benim için en güzel dershane günlerinden biri olduğunu söyleyebilirim.
Yani kısacası böyle işte. Hah bir de önceki yazıda okuyacağım roman olan “kürk mantolu madonna” adlı romanı da bitirdim. Yani bitirmesem ayıp etmiş olurdum. Zamanı olan için bir günde rahatlıkla okunacak akıcı bir roman. Roman hakkıda genel bir yorum ve kısa bir özet yapmaya çalışacağım. Genel manada bahsedecek olursam sanırım Aşk romanlarını seviyorum. Romanda en çok hoşuma giden “Eylül” romanında bulduğum o iç düşüncelerin gerçekten güzel yansıtılması. Karşımızdakine bir şey söylerken sadece kısacık bir anda belki saniyenin onda biri kadar sürede karşıdakinde söylediğimiz sözcüğün ne tesir ettiğini kafamızdan geçiririz ya ki ben çok yaşıyorum işte onu bu romanda buldum. Roman kahramanı Raif Efendinin Mariaya karşı söylediği her söz sonrası kafasında geçen düşünceler ya gerçekten bunu ben tek yaşamıyormuşum dedirttiriyor bana. Tabi ayrıntı olarak değil tek cümler olarak. Bir “Eylül” romanı kadar olamaz. Orada bir duygunun sayfalarca detayını okumak mümkün. Herneyse romanın sonu ise beni duygulandırsa da istediğim son bu mu bilmiyorum. Romanı roman yapan acaba bu mutsuz sonlar mı onu da bilmiyorum.
Zaman ilerliyor ve yine uyksuz bir gün geçirmemek için çok kısa özetine değineceğim. Roman özetlemek aslında hiç sevmediğim bir şey. Bunun nedeni özet çıkaramayışımdan değil onca detay varken üstünkörü anlatımla bir kaç paragrafa koca romanı sığdırmaya çalışmak romana hakaretmiş gibi geliyor. Evet romanın tamamı neredeyse bir hatıra defterinden ibaret. İşten çıkarıldıktan sonra bir arkadaşının da yardımıyla zor iş bulan isimsiz roman karakterimiz aynı çalışma odasında bulunan ruhsuz mu ruhsuz hayata karşı hiçbir tepkisi olmayan yazışma tercümenliği yapan Raif efendi ile tanışır. Raif efendinin hiç konuşmaması ve insanlara karşı bu kadar ilgisiz olması roman karakterimizi daha beter meraka düşürür. Raif Efendinin bir gün bikaç karalma ile muthiş resim yapışı bu merakını daha da artırır onunla arkadaşlık kurmak için can atsada pek amacına ulaşamaz. Ta ki Raif efendi yataktan kalkamayacak kadar hasta olana kadar. Raif efendi bu arkadaşından iş yerinden artık ne var ne yok eşyalarını almasını ve yakmasını ister. İşte o günlük de bunlara dahil. Karatkerimiz bu günlükte ne yazdığını çok merak eder ve Raif Efendiden okumak için izin ister. Raif efendi hasta yatağında buna pek razı olmasa da bu son ve yakın bulduğu arkadaşına izin verir. Karakterimiz ise evine gider ve günlüğü okumaya başlar. Raif efendi daha çok gençtir. Sanırsam 23lü yaşlarda. Babası iş öğrenmesi için Almanya’ya göndermiş. Öğrendiği işi de sıkı sıkıya takip etmesini istemiştir. Raif ise bir pansiyonda oda tutmuş her ne kadar istemese de göstermelik de olsa bir sabun fabrikasında işe başlamıştır. Kendisinin resime olan hayranlığı ile sürekli sanat galerilerini sergileri gezmektedir. Ta ki bir resim sergisinde “Kürk Mantolu Madonna” tablosunu görene kadar. O kadar hayran olur ki tabloya her iş çıkışı göstermelikten sergiyi geziyor gibi yapıp dakikalarca tabloyu seyreder. Tablodaki kadının mahzun yüz ifadesi siyah gözleri aslında tam hâyâllerindeki bir kadın. Resmin bir otoportre yani yapanın aslında kendi resmini çizmiş olması bir an aklına gelir ve kendisini heyecanlandırır. Bir gün yine tabloyu seyrederken bir kadın yanına gelir. Bir esprili bir şekilde neden sürekli gelip aynı tabloyu seyrettiğini sorar. Hayatında hiçbir kadınla pek muhabbeti olmayan ve pek utangaç olan Raif kadının yüzüne bile bakamaz ve resimdeki kadının annesine benzettiğini söyler. Biraz alaylı bir gülüşle buna kahkaha atan kadın ise kürk mantolu madonna yani bir diğer karakter Maria’nın ta kendisidir. Tabi burada kadının yüzüne bile bakamayışından Rauf ile Maria’nın tanışması daha farklı şekilde olur. Herneyse diğer kısımları hızlı geçeceğim. Maria erkeklere aşka sevgiye inancı olmayan çok çabuk duygusal değişim yaşayan deli dolu bir kadın. Rauf’un ona sevgisine kendi kendisine inandıramaz. Tabi zamanla kendi de bu aşkın bir parçası olur. Ama yine de Raif’e fırsat vermez bir soğuk bir sıcak karmaşık duygular içindedir. Raif ise düşüncelerinde bu eşsiz olarak tabir ettiği Maria vardır. Bir yılbaşı gecesi Maria hiç olmadığı kadar eğlenmek özgür olmak iser ve Raufla beraber en güzel gecelerini yaşarlar fakat günün kış soğuğu Maria’yı günlerce sürecek bir hastalığa sürükler. Mari solgun ve zayıf düşer ama zamanla iyileşir ve birbirlerinden artık duygularını gizlemezler. Tam bu esnada Rauf bir süre mektup yazmayan babasının ölüm haberini alır. İçinde garip bir hüzün hisseder. Aslında bu hüzün eve gitmesi gerektiğinden çok Maria’dan bir süre ayrılma mecburiyetidir. Artık tamamen birbirine tutkun olan bu iki aşık için ayrılık zamanı gelmiştir. Bu duruma Maria üzülmemesini ve kendisinin de memleketine kısa bir yolculuk yapmasının iyi olacağını söyler. Birbirlerinden ayrılırken Maria “Nereye istersen gelirim.” der. Rauf bu söz üzerine memleketin yolunu tutar. Memleket eskisinden vahim durumda enişteleri mal peşine düşmüş ve babası da kendisine çorak bir arazi bırakıp dünyadan göç etmiştir. Ama Maria’ya olan aşkı bunları tamamen önemsizleştirir. Maira ile bir süre mektuplaşırken aynı zamanda eline geçen birkaç para ile Maria ile yaşayacağı ev için eşyalar dizmeye çalışır. Ta ki Maria cevap vermeyinceye kadar. Raif Almanya’da pekte kimseyle tanışmadığı için bu durumu çözemez ama içi içini yer, aklında bin türlü senaryo döner. Rauf hayata küser ve tam on sene boyunca hayallerindeki kandının bunu kendisine nasıl yapacağı ile düşünmekle geçer. Evlenir çoluk cocuğa karışır ama ona olan aşkı asla eksilmez. Aynı zamanda müthiş bir kırgınlık hisseder. Bir gün sokakta yürürken Almanya’da Marianın da akrabası olan ve aynı zamanda aynı pansiyondan olan kadınla ve yanında bir çocukla karşılaşır. Maira ölmüştür. Hemde kendi çocuğunu her şeye rağmen doğurmak uğruna hastalığının zayıflığı ile hayata gözlerini yummuştur. Rauf kahrolur ve aslında Rauf da ölüden farksızdır. Yıllardır sevdiği kadını suçlayarak geçirmiş aklına bin türlü senaryo gelmiş ama böylesi gelmemişti. Rauf artık yaşayan bir ölüydü. Derken hatıra defteri böyle biter. İsimsiz karakterimiz tek gecede Rauf Beyin sırlarını öğrenmiş ve artık o ruhsuz adamı tamamen tanımıştı. Ama sabah Rauf Beyin evine gittiğinde ise o da artık gerçekten hayata gözlerini çoktan kapamıştı.
Çok hızlı yazmaya çalıştım ve kısa bir özet dedim ama galiba bir saat sürdü. Bir sürü yazım hatası çıkabilir. Yazdığımı okuyamayacak durumdayım ve saat gece biri çoktan geçti. Yine sabahın erken saatlerinde kalkmam zorunluluğu ile uykusuz bir güne merhaba diyeceğim gibi. Bir kaç fotoğraf atacağım ama bunları da yarın eklerim inşallah. Umarım her şey güzel olur. Hoşça kalın.
Not: Fotoğrafları yükledim. Kısaca bahsedeyim. Yazı ana görseli bir ay önce aldığım ve beni kanepelerde yatmaktan kurtaran yatağım.